“Kalu beladan beri Müslümanım demek ne demek?”: Rahatlatan slogan mı, sorumluluk çağrısı mı?
İtiraf edeyim: “Kalu beladan beri Müslümanım” cümlesi kulağıma her çalındığında hem gülümsüyorum hem de irkiliyorum. Gülümsüyorum; çünkü bu cümle ait olduğumuz hikâyeyi hatırlatıyor. İrkiliyorum; çünkü bazen bu cümle, düşünmeyi durduran, konforlu bir son söz gibi kullanılıyor. Oysa ben bu yazıda o konforu bozmak istiyorum: Bu cümle gerçekten ne söylüyor ve biz onu hangi amaçla söylüyoruz?
“Kalû Belâ”nın kaynağı: Mit, hatıra, yoksa metafor mu?
“Kalû Belâ”, Kur’an’daki “Elest Bezmi” anlatımına yapılan bir göndermedir: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna verilen “Evet (Belâ)!” cevabı. Bu ifade, insan ile Rabb’i arasındaki kadim bağa ve yaratılışta taşınan fıtrata işaret eder. Peki bugün “Kalu beladan beri Müslümanım” dediğimizde neyi kast ediyoruz? Kimine göre bu, bir ontolojik kimlik beyanıdır: “Ben özümde teslim olanım.” Kimine göreyse bu cümle, tarihsiz bir ayrıcalık ilanına dönüşüyor: “Doğuştan doğru saftayım.”
İşte tam burada tartışma başlar: Bu söz, bizi iradeye mi çağırır, yoksa iradeyi askıya mı alır?
Zayıf halkalar: Bu cümlenin yanlış kullanımlarını dürüstçe konuşalım
1. Metne aşırı yükleme: “Kalû Belâ”yı bugünün politik ve kültürel tartışmalarında bir “özel statü” belgesine çevirdiğimizde, metnin varoluşsal çağrısını kaybediyoruz. Hasar nerede başlıyor? “Zaten Müslümanım, ispat etmeme gerek yok” rahatlığında. Oysa iman, hazır paket değil; her gün yeniden kurulan bir yöneliş.
2. Sorumluluğu dışlama: “Kalu beladan beri Müslümanım” cümlesi bazen şu psikolojiye sığınıyor: “Madem ezelde söz verdik, bugün neden uğraşayım?” Bu, imanı tarihin dışına “park etmek” demek. Oysa söz, ezelde verilmiş olsa bile hesabı burada ve şimdi soruluyor. Ezeli söz, dünyevi ödevin yerine geçmez; tam tersine ona temel olur.
3. Öteki üretimi: Cümle, farkında olmadan bir üstünlük diline dönüşebiliyor. “Biz ezelden seçkin, siz sonradan.” Bu üslup, daveti kapıya kilitler. İmanın şahidi olmak yerine, imanın bekçisi kesiliriz. İkisi aynı şey değil.
Sufi derinlik mi, kelamcı temkin mi? İki damar, tek soru
Sufi gelenek bu cümleyi kalbin ezeli hatırası, ruhun ilk nefesi gibi okur; bu okuma, insanı içe, sessiz bir yüzleşmeye çağırır. Kelamcı temkin ise mecazı ve literal yorumu ayırır, “Bu ifade irade ve sorumlulukla birlikte anlaşılmalı,” der. İki okuma da kıymetli; ama ikisinin de göremediği bir risk var: Dile pelesenk olmuş bir cümle, hangi derinlikten gelirse gelsin, gündelik dilde slogana dönüşebilir. Sloganlaşan hakikat, hakikatin gücünü değil, gürültüsünü büyütür.
“Kalu beladan beri Müslümanım demek ne demek?” sorusunu bugüne indir
Şimdi cesur olalım ve birkaç rahatsız edici soruyu masaya koyalım:
“Ezeli söz”e sarılırken, günlük tutarlılık sınavını (emanet, adalet, liyakat, şeffaflık) ne kadar ciddiye alıyoruz?
Cümleyi kimlik beyanı olarak kullanırken, ahlaki performansımızı da aynı cesaretle ortaya koyuyor muyuz?
Bu ifade bize teslimiyet mi kazandırıyor, yoksa
“Ezelde verdik” diyoruz; peki “bugün vazgeçtiklerimiz” listemiz nerede? Neye hayır dedik, kimi koruduk, hangi haksızlığa ses çıkardık?
Güçlü bir alternatif: Fıtrat + irade + emek üçlemesi
Ben bu cümleyi şöyle yeniden kurmayı öneriyorum: “Kalu beladan beri Müslümanım” demek, fıtratımda olan yönelişi irade ile güncellemek ve emekle doğrulamak demektir. Yani üç basamaklı bir yol:
Fıtrat: İnsanın hakikate açıklığı, merhamete yatkınlığı, adalete susuzluğu.
İrade: Her gün yeniden “Evet” deme cesareti. Kolayı değil doğruyu seçme direnci.
Emek: Sözün bedelini ödemek: Bilgiye yatırım, helal-haram hassasiyeti, kul hakkı bilinci, hatada ısrar yerine tevbe.
Fıtratı kutsayıp iradeyi ihmal ettiğimizde konfora, iradeyi kutsayıp emeği ihmal ettiğimizde kibire düşeriz. Üçü birlikte yürüdüğünde ise “ezeli söz” modern hayatta somut bir ahlak programına dönüşür.
Dilin mimarisi: Cümleyi nasıl kullanırsak öyle yaşarız
Kelimelerimiz, davranışlarımıza gizli talimatlar verir. “Kalu beladan beri Müslümanım”ı bitirici bir cümle gibi değil, başlatıcı bir cümle gibi söylemeyi deneyelim. Bir kapı değil, bir yol. Bir varış değil, bir başlangıç. O zaman bu söz, tartışmayı kapatmaz; aksine eylemi açar.
Pratik sonuçlar: Ezeli söz, dünyevi ödev
Kimlikten karaktere geç: Kimlik, başlangıç; karakter, sonuçtur. Cümleyi kimliğin değil, karakterin yakıtı yap.
İspat yükünü üstlen: “Evet”in ispatı, şeffaflık ve adaletle olur. İşte, okulda, sokakta.
Ötekiyi kapı dışarı etme: Ezeli söz tekel değildir. Davet dili, üstünlük dilini bozguna uğratır.
Sürekli muhasebe: “Evet”i günlük kontrol listesine çevir: Bugün kimi korudum? Kime haksızlık etmedim? Neyi geri verdim?
Son söz yerine yeni bir başlangıç
“Kalu beladan beri Müslümanım demek ne demek?” sorusunun dürüst cevabı şudur: Bu cümle, hazır bir ayrıcalık değil, devam eden bir sorumluluk ilanıdır. Ezeli “Evet”, bugünün “evet ama”larına, “evet ve”lerine dönüşmedikçe—yani çetin sorulara, somut eylemlere, ölçülebilir ahlaka tercüme edilmedikçe—sadece kulağa hoş gelen bir anıya dönüşür.
O halde kendimize şu provokatif çağrıyı yapalım: “Ezelde verdim” diyorsan, bugün öde. Sözün bedelini; bilgiyle, emekle, adaletle, merhametle. Çünkü asıl imza, ezelde değil, şimdi atılıyor.